Yemeniciler çarşısına gideceğiz yarın. Bahar geldi. Spor ayakkabısı zamanı. Acaba, ayak numaram kaç? Ayak numaramı öğrenmemin tek yolu, benim olmayan farklı ayakkabıları denemekten geçiyor. Ayak numaramın büyümesi demek, benim büyümem demekti. Hatta havaya girerek, “kaç numara giyiniyorsun delikanlı?” diye soran satıcıya, mevcut ayakkabımdan 2 numara fazla söyleyecektim.
Belediye otobüsüyle, merkez çarşıya gidip yemeniciler çarşısına yürüdük. Yemeniciler çarşısının, boya, deri, lastik karması kokusu, burnuma, Rahmi ağabey’ in dükkanın önüne dizdiği esem sport mavi ayakkabı gözüme, aynı anda çarptı. Onun yanında da bir başka model daha bana bakıyor. Pahalı mal, yanık bakar. Ne zor duygudur, çocuğuna istediği ayakkabıyı alacak paranın olmayışı, “onu da seneye alırım” deyip, kendini avutmak, çocuğunu umutlandırmak. Sanırım amca ile oğlunun ayak numaraları aynıydı.
Rahmi Amca’ nın dükkanının önü tamamen açık. Cam yok. Dükkana girer girmez, çay kaşığı ile tepsiye vuran çaycı, çayını uzattı Rahmi Amca’ ya.
Kenarı yırtık, Ankara lastiği diye tabir edilen bir ayakkabı ile, içeriye, bir amca girdi. Satıcı, bizden biraz izin isteyip, amcaya istediği ayakkabıları göstermeye gitti. Ankara lastiği belli ki artık ayağını rahatsız ediyordu. İki çift ayakkabıyı raftan indirmesini istedi satıcı Rahmi ağabeyden. Ucuna çivi çakılmış, uzun ağaç çubukla uzanarak bir darbe vurup indirdiği ayakkabıyı havada kapıverdi Rahmi ağabey. Dükkanda, yürüdükçe tahtanın gıcırtısı hoşuma gitmeye başlamıştı.
Amca, ayakkabıyı deneyip, bir numara büyüğünü istedi. Aynı hareketleri yaparak bu defa kutuyu indirdi. Numarayı nereden biliyor diye merak ederken, bir sırada, aynı serinin olduğunu fark ettim. Amca, ayakkabıları denerken, bize döndü Rahmi ağabey. İki denemede spor ayakkabım oldu bana. Bir numara büyük aldım geçen yıla göre. Okulda, beden eğitimi derslerinde basket oynayabilecektim bu ayakkabı ile.
Karşı dükkanda, dikiş makinası benzeri bir makinada ayakkabı diken, onun yanında, ağzı çivi dolu, ayakkabı çakan ve bir yanda da ayakkabıya yapıştırıcı süren, ayakkabı tamircilerinin sesleri geliyordu.
“Boya boya” diye iki kez hızlıca tekrarlayan, sandığında Türkan Şoray fotoğraflı bir genç fırçasını acımazsızca sürtüyordu ayakkabıya karşı köşede. Onu, parktan rüzgarın getirdiği kavak tozları arasından biraz izledim. O da bana baktı. Kavak tozlarından rahatsız olan, Rahmi amca, sık sık akıyormuş gibi olan burnunu siliyordu.
Aniden “bunu alayım” diye adeta bağıran, dükkandaki amcanın sesiyle irkildim. “Kutuya koy” dedi Rahmi ağabey’ e, amca. Biraz para verdi. Kalanı ise, kurşun kalemi eline alıp, “M” harfini baş parmağı ile tutarak devirdiği veresiye fihristine birkaç sıfır atarak yazdı Rahmi ağabey. Amca, ayakkabıları giymemişti. Ayakkabının tokasına bakıyordu sanki. Amcanın, Haziran ayında, Hukuk fakültesinden mezun olacak oğlunun mezuniyet töreni için ayakkabıyı aldığını söyledi Rahmi ağabey. Tam ayağına uygunmuş. Yıllardır, Rahmi ağabey’ in müşterisiymiş amca, ama ilk defa, bir kundura almış, o da oğlu için. Bir sonraki gelişinde de Ankara lastiğini değiştirecekmiş.
Spor ayakkabımın ucuna göz ucumla bakabildim. Kutuya koydu Rahmi ağabey. Kutunun üzerinde İstanbul yazıyordu. Bu ayakkabılarla acaba İstanbul sokaklarında nasıl yürünürdü?
Rahmi Ağabey’ in parmağı bu defa fihristte “K” harfindeydi. Defteri yazdı.
Dükkandan çıktığımızda, “Boya boya” diye bağıran genç, amcanın ayakkabılarını görünce, aniden sustu ve “hayırlı günler amca” diyerek, hiç boyatacak ayakkabısı olmamış, amcanın, gönlünü aldı boyacı.
Günler geçti. Aylardan haziran. Yeni aldığım ayakkabılarımla yürüyorum. Sela, okunmaya başladı. Az ilerideki evde, ağlama sesleri yükseliyor. Kapıda bir ayakkabı, yırtılmış Ankara lastiği. Belli ki ölene ait. Tabutun ön tarafında, tabutu sırtlayan bir genç. Ayağında, tokalı yeni bir kundura.